Onur Ayı ve Türkiye’de LGBTQ+ Hakları

Ceylan Ersoy
11 min readJun 14, 2023

--

Photo by Mercedes Mehling on Unsplash

Bu ay dünya çapında Onur Ayı olarak bilinen Haziran ayı: lezbiyen, gey, biseksüel, trans, queer bireylerin kimliklerini kutlamak, LGBTQ haklarını savunmak için küresel bir çağrı yapmak, nefret suçlarından etkilenen ve hatta kurban gidenleri anmak, ve LGBTQ konularında farkındalık yaratmaya adanmış bir ay. Bu yazıda Türkiye’de LGBTQ+ hakları ve kültürünü 5 başlıkta inceleyeceğiz.

  1. Türkiye’de LGBTQ hakları
  2. Toplumsal görüş
  3. Politikleşen LGBTQ hakları ve politikaya yansımalar
  4. Güncel durum
  5. Türkiye’de LGBTQ insanlardan gelen yazılar

Türkiye’de LGBTQ haklarının güncel durumu nedir?

Türkiye, eşcinsel ilişkileri tanısa da, medeni kanununda cinsel yönelim ya da cinsiyet kimliği ifadelerine yer vermeyen ve eşcinsel çiftlerin birlikteliklerini yasal zeminde tanımayan bir ülke. Türkiye’nin ceza kanunlarında eşcinsel ilişkiler hiçbir zaman suç unsuru olarak görülmese bile, yasalarımızın hiç birinde cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine dayalı ayrımcılıkla alakalı maddeler yok. Yani bu aslında bilinçli olarak bu tarz ayrımcılıkları meşrulaştıran bir yaklaşım. Öyleki “genel ahlak,” “aile kurumu düzeni” ve “kamu düzeni” gibi başlıklar altında heteroseksüel olmayan gruplara yönelik adaletsiz ve ayrımcı devlet uygulamaları devam ediyor.

Aslında İstanbul Sözleşmesi’nin bu kadar gündem olmasının en önemli nedenlerinden biri de buydu. Çünkü bu sözleşmede cinsel yönelim ve toplumsal cinsiyet kimliği ifadeleri yer alıyor.

1988’den beri cinsiyet değişimi Türkiye’de yasal olsa bile, eşcinsel bireyler birçok hak ve özgürlükten ülkemizde yararlanamıyor. Örneğin orduda, devlet hizmetlerinde yer almaları yasak, birliktelikleri resmi olarak tanınmıyor, evlat edinemiyorlar, eşcinsel erkekler kan bağışında bulunamıyor, gibi bir çok kısıtlama devam etmekte.

Bu süregelen ayrımcı yaklaşımlar politik sahalarda da kendini belli ediyor. Bunu özellikle seçim sürecinde yakından gördük. İktidar, muhalefeti desteklerseniz oğullarınız eşcinsel doğacak gibi nüfusu polarize etmeye çalışan birçok söylemde bulundu, ve LGBTQ bireylere karşı olan stigmanın bir politik taktik olarak kullanıldığına şahit olduk bu dönemde.

Hatta burada şaşırtıcı olan ve yakın zamanda da sosyal medyada gündem olan bir eski politik söyleme de değinmek gerek: Erdoğan’ın henüz Başbakan olmadan 2002 yılında LGBTQ bireyler hakkında yaptığı pozitif ve korumacı yorumlar. Erdoğan bu dönemde katıldığı bir televizyon programında şu sözleri söylemişti “Eşcinsellerin de kendi hak ve özgürlükleri çerçevesinde yasal güvence altına alınması şart. Zaman zaman bazı televizyon ekranlarında onların da muhatap oldukları muameleleri insani bulmuyoruz”.

Şimdi ise bunun tam tersi bir yaklaşımı izliyor Erdoğan ve iktidar. Bu zıtlık dikkat çekici. Öyleki Boğaziçi’ndeki Melih Bulu eylemleri sırasında Erdoğan “LGBT, yok böyle bir şey, bu ülke millidir, manevidir, ve bu değerlerle geleceğe yürümektedir” diye bir açıklamada bulunmuştu. Bu retorik değişimin toplumsal bilinç ve tutuma da yansıdığını görmek, özellikle Gezi parkı sürecinden sonraki yıllarda mümkün. Her sene yapılan onur yürüyüşlerinin kısıtlandığını görüyoruz, Boğaziçi Üniversite’sinde Kayyum atanmasından sonra LGBTQ kulubünün kapatıldığını gördük, bu gibi bir çok örnek var.

Türkiye’de LGBTQ’ya Yönelik Toplumsal Görüş

Photo by Meg Jerrard on Unsplash

Pew Araştırma Merkezi’nin dünya çapında yaptığı bir araştırmada katılımcılara iki opsiyon vererek hangi yargıya daha yakın görüşte oldukları soruldu.

  1. Opsiyon: Eşcinsellik toplum tarafından kabul edilmesi gereken bir hayat biçimidir.
  2. Opsiyon: Eşcinsellik toplum tarafından kabul edilmemesi gereken bir hayat biçimidir.

Bu soruyu Türkiye’den cevaplayanların % 14'ü bir numarayı, yani eşcinselliğin kabul edilmesi gerektiğini, % 57'si ise iki numarayı, yani kabul edilmemesi gerektiğini seçmiş, % 29'u soruyu cevaplamamıştır. Bu genel stigmatik yapının ve Türkiye’de süregelen ayrımcılık Türkiye’deki LGBTQ bireylerinde görüşlerinde etkili oluyor. 2006 yılında İstanbul’da 393 eşcinsel ve biseksüel birey üzerinde LambdaIstanbul tarafından bir anket yapıldı.

Sonuçlara göre, katılımcıların %68'i eşcinsel ya da biseksüel olduğu için cehenneme gideceğini hiç düşünmemişken, %17'si bunu geçmişte düşünmüş, kalan %15'lik dilim ise hala düşünüyor. Bu ciddi bir oran. Yüzde 30’un üzerinde cinsel yönelimleri nedeniyle dini olarak yanlış bir şey yaptıklarını düşünen bir oran olduğunu gösteriyor.

Toplumsal yapının heteronormatif bir algıya dayalı olduğu Türkiye’de oldukça açık. Hatta ankete daha detaylı bakarsak katılanların %40'ı kendini istemediği heteroseksüel ilişkiler yaşamaya zorlamış, %37'si eşcinsel olup olmadığından nasıl emin olacağını bilemediği bir dönem yaşamış, %38'i kendi cinsinden insanlara karşı hissettiği duygunun cinsellikle ilgili olmadığını düşündüğü bir dönem yaşamış, %32'si cinsel yöneliminden dolayı cehenneme gideceği bir dönem yaşamış, %31'i cinsel yönelimini düzeltilebilecek bir şey olarak yaşadığı bir dönem yaşamış, %31'i duygularının geçici olduğuna inandığı bir dönem yaşamış, %37'si cinsel yönelimini unutmaya çalışmış, %33'ü ise eşcinsel olduğunu bildiği insanlardan uzak durduğu bir dönem yaşamıştır.

Yani aslında birçoğunun dayatılan heteronormatif hayat tarzına tutunmak icin çabaladığını görüyoruz; bu durum eşcinsel bireyler ve toplum açısından birçok toplumsal ve sosyolojik çıkarıma etkisi var.

Özetle toplumun LGBTQ bireylere karşı olan yargıcı ve negatif tutumu, bu bireylerin serbestçe kimliklerini benimsemeleri ve yaşamalarının önünde ciddi engeller oluşturmuş ve oluşturmaya devam ediyor.

Politikleşen LGBT Hakları

Photo by daniel james on Unsplash

LGBTQ hakları konusunun giderek politikleştiğini ve ağırlıklı olarak politikaya yansıdığından bahsetmiştik. Üçüncü başlığımız olarak bunun politikaya yansıma tarihine ve tarihteki önemli anlara kısaca dokunalım.

  • 1994'te ilk kez bir parti, Özgürlük ve Dayanışma Partisi, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine dayalı ayrımcılığı parti içerisinde yasakladı ve Demet Demir’i yerel seçimlerde İstanbul’dan aday göstererek ilk kez bir transeksüeli aday gösteren parti olmuştu.
  • 2007 yılında Bursa’dan Bursa Gökkuşağı LGBT Derneğinin kurucu başkanı Öykü Evren Özen bağımsız milletvekili adayı olmuş, fakat YSK tarafından veto edilmişti. Bundan 4 yıl sonra Cumhuriyet Halk Partisi 2011 milletvekili seçimlerinde Bursa’dan Özen’i Aday Adayı olarak açıklamış, fakat sonrasında aday göstermemişti. Buna rağmen Özen ilerleyen yıllarda ilçe ve il delegeliğine seçildi ve 2013 yerel seçimlerinde meclis adayı gösterildi. Ama CHP Osmangazi’de seçilemeyince meclise giremedi.
  • Belli partilerin LGBT evliliklerine yönelik serbestleşme için geçmişte çağrıları oldu. Zamanın muhalefet partilerinden BDP, evlilik politikalarında eşcinsel evliliği de içerecek bir serbestleşme çağrısı yapmıştı, hatta CHP ninde buna desteği görülmüştü. Fakat AKP, o zamanki genel başkanı Erdoğan’ın partinin kurulduğu 2002 yılında LGBT vatandaşlar için de tamamen eşit yasalar yapılması fikrini desteklediğini belirtmesine karşın öneriye karşı çıktı. Bu politik duruş maalesef toplumdaki genel algıyla birebir, Türkiye’de eşcinselliğe yaklaşıma dair yapılan bir ankette, katılımcıların yalnızca %3.6'sı eşcinsel evlilikleri desteklediğini belirtiyor. Politik söylemlerdeki degişimlerin, toplumun nabzıyla birebir ilişkisi olduğu söylenebilir.

Türkiye’de Güncel Durum

Daha yakın tarihlere gelirsek, politikada devlet yetkililerinden LGBT karşıtı yorumları daha sık görmeye başladığımızı söyleyebiliriz. 2010’da Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Aliye Kavaf’ın şu sözleri medyaya damga oldu “Ben eşcinselliğin biyolojik bir bozukluk, bir hastalık olduğuna inanıyorum. Tedavi edilmesi gereken bir şey bence.”

Yine yakın tarihte yapılan kısıtlamalardan biri ise Onur yürüyüşlerini kapsıyor. Haziran 2015'teki İstanbul Onur Yürüyüşü’nün Ramazan Bayramı ile çakışması ile İstanbul Valiliği tarafından etkinlikten yalnızca birkaç saat önce güvenlik gerekçeleri öne sürülerek yasaklanmıştı. Böylece İstanbul’daki yürüyüş 13 yıldır ilk kez polis müdahalesiyle karşılaşmış oldu. Sonraki dört yılda düzenlenmeye çalışılan yürüyüşler de tekrar engellendi ve yürüyüşe katılan aktivistlerin bir kısmı gözaltına alındı.

2017'de Ankara’da LGBT konulu tüm etkinliklere süresiz yasak getirildiğini gördük. Ankara Valiliği yasağa gerekçe olarak “genel sağlığın ve ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunmasını” ve bununla birlikte “birtakım toplumsal hassasiyet ve duyarlılıkları” öne sürmüştü. Bu ayki Onur yürüyüşleri için planlar devam ediyor, 31. İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası 19–25 Haziran’da kutlanacak, fakat yasaklar ve kısıtlamalar tekrar gündemde.

Türkiye’de LGBTQ İnsanlardan Gelen Yazılar

Photo by Norbu GYACHUNG on Unsplash

Yazımızın son kısmında Türkiye’deki LGBTQ üyelerinden gelen ve bizi oldukça etkileyen yorumlara, duygu, deneyim ve düşüncelere yer vermek istedik. Kimliğini paylaşmak istemediğimiz iki arkadaşımız duygularını bizim için yazıya döktüler ve bizimle paylaşmayı kabul ettiler. Bizimle deneyimlerini paylaşan arkadaşlarımıza dürüstlükleri ve büyük emekle kaleme aldıkları bu yazılar için teşekkür ediyoruz.

Türkiye’de insan ister istemez queer olmanın hayatındaki yerini küçültmek zorunda hissediyor. Bu karakteri bastırma anlamında değil, ama daha çok bulunduğun ortama göre değişme ihtiyacı hissetmek gibi oluyor.

Etrafındaki insanlar seninle aynı politik görüşlerde olsa bile, LGBT hakları için gerçek bir platform olmadığından dolayı politik/günlük muhabbetlerinde arkadaş arasında da daha az konuşuluyor. LGBT hakları toplumun büyük bir kesimi tarafından unutulmuş durumda, çünkü zaten politik olarak bir gelişmenin hiçbir zaman olmayacağı düşünülüyor.

Türkiye’de queer olmak benim için aidiyetimin en çok olduğu zamanlarda bile kendi ülkemde bir yabancı olma hissi yarattı. Sanki yaşadığım alanlar LGBT kimliğimi daha fazla anlamaya başladıkça benim olmayı bıraktı. LGBT kimliğim ile politik görüşüm birleştikçe, Türkiye’ye karşı giderek, yabancılaşmaya, ve o aidiyet duygusunu dışarıda aramaya başladım. Yani açıkçası bir LGBT birey olarak bu ülkede güncel olarak yaşadığım ötekileştirilme, yok sayılma hissi benim LGBT kimliğimin gittikçe Türk kimliğimin önüne geçmesine neden oldu. Ama bu deneyimin Türkiye’deki LGBT grubunun çoğunluğunu yansıttığını düşünmüyorum. Büyük bir çoğunluk da inadına bu ülke onları ittikçe LGBT ve Türk kimliklerini uzlaştırmanın bir yolunu buluyorlar, ve ortaya güzelliklerle dolu bir kesişim ortaya çıkıyor.

Son yıllarda LGBT insanların yurtdışına göçmeyi seçmesindeki en üzgün gerçeklik de buna bağlı: artık bazılarımız yorgunluktan ve bıkmışlıktan bu iki kimliği uzlaştırmayı çok da düşünmez olduk. Kültürel gelişim yerini gittikçe bireysel kurtuluşa bırakmaya başladı. Ben bireysel kurtuluşu seçenlerden biriyim, ama içimde hep yeniden bu ülkenin LGBT kültürüne bir parçası olma isteği uzaktan da olsa olacak.

Yurtdışında yaşadığım deneyim bana her şeyden çok neyin hayallerini kurabileceğimi fark ettirdi. Benim açıkça yaşayabileceğim ve kültürümü sokaklarında gözlemleyebileceğim mahallelerim olabileceğini fark ettim. Beni temsil eden politikacıların ve toplum liderlerinin seslerinin yüksek çıkabileceğini ve bir değişime yol açabileceklerini öğrendim. Hepsinden daha önemli olarak eğer istersem evlenebileceğimi, baba olabileceğimi içselleştirebildim, düğünümü hayal edebilir oldum.

LGBT kimliğim gittikçe daha da gurur duyduğum ve haklarımı talep ettiğim bir kimliğe büründü. Tabii ki Türkiye’yi kendi olanaklarına göre yargılamak ve umutlu olmak lazım, ama LGBT bir birey olarak hayal kurabileceği sınırları yurtdışında genişlettikten sonra Türkiye’ye geri gelip bu hayalleri küçültmek gerçekten kolay bir şey değil.

Türkiye’de yaşamanın benim için kısa vadede bir opsiyon olduğunu düşünüyordum ama bu seçimlerde LGBT’lerin haklarının bu kadar açıkça hedef alınmasından sonra açıkçası en yakın zamanda tekrar yurtdışına gitmeyi düşünüyorum. Batı ülkeleri durumun o kadar ciddi olduğunun farkındalar ki Suriyeli, Afgan mültecilere verdikleri gibi Türk queer bireylere de iltica hakkı vermeye başladılar. Zaten maddi ya da profesyonel/egitim alanında imkanı olan queer bireylerin hemen hemen hepsinden gitmek istediklerini duyuyorum. Burada kalmak isteyenler de genelde “yurtdışına gidip özgür ve yalnız olacağıma Türkiye’deki destek sistemimin yanında baskılanmayı yeğlerim” diyorlar.

Yurtdışında yaşamış LGBT Türkler olarak Türkiye’deki LGBT kültürüne ve çevresine giriş yapmak da zorlaşmış oluyor. Örneğin Amerika’da queer bireylerle çok da efor sarfetmeden sürekli tanışabilirken Türkiye’de queer arkadaş gruplarının üniversiteden çoktan kurulmuş olduğunu, ve birbirlerinde huzur bulan insanların olduğu gruplaştığı, biraz dışarıya kapanmış bir kültür görüyorum. Tabii bu insanları da suçlayamıyorum çünkü güncel Türkiye’de Cihangir, Moda gibi birkaç mahalle dışında insanlar genelde queerliklerini saklama ihtiyacı hissediyorlar güvende hissetmek için. Türkiye’de LGBT kültürünün güçlü olduğunun farkındayım, ama bu kültür yurtdışında olduğu kadar dışarıdan görünür değil ve bir parçası olmak için fazlasıyla bir efor sarf etmek gerekiyor.

Küçüklüğümde gözlemlediğim LGBT kültürü ile bugünü karşılaştırdığımda aslında hem iyi hem de kötü anlamda görünürlüğün çok arttığını düşünüyorum. Mesela eskiden televizyonda LGBT haklarının konuşulduğunu neredeyse hiç duymazdık, hazirandan hazirana onur yürüyüşünü görürdük sadece. Şu anda sağ politikacıların hedef aldığı kadar bazı sol politikacıların da LGBT’lere açık açık destek verdiğini görebiliyoruz. Mesela 10 yıl önce olsa düşünemeyeceğimiz görünürlük örnekleri ortaya çıkmaya başladı: Anadolu Efes gibi eski bir Türk şirketi ise alım sürecinde LGBT’lere eşitlik sağlama ve çalışma ortamında açıklık ilkelerini açıkladı. Bunu genellikle yabancı şirketlerde görüyoruz. Sosyal medya’da LGBT kimliğini açık olarak yaşayan bir sürü fenomen var, artık queer kültürünün genç jenerasyonlarda muadili olan insanlar daha görünür. Eskiden sadece Zeki Müren ve Bülent Ersoy ile stereotipleştirilen LGBT kültürü artık hayatın daha erişilebilir noktalarında görülebiliyor.

Ben eğitimim ve büyütülüş biçimim nedeniyle genellikle yurtdışından öğrenilmiş bir LGBT kültürüne maruz kaldım, ki benim yaşıtlarımdaki bir sürü insan da benzer düşüncelere sahip. Ama daha genç LGBT Türklere bakarsak aidiyet duyguları sanki biraz daha fazla. Ancak 2023 seçim sürecindeki hedef alma kampanyasının yasal hakları ve genel halkın bakış açısını kötü yönde etkileyeceği kaçınılmaz. O yüzden Türkiye’de görünürlüğü artan LGBT kültürünün geleceği konusunda heyecanım biraz düşük. Ben bir LGBT birey olarak şu anda ülkenin durumu konusunda o kadar endişeliyim ki kendi azınlık haklarımdan çok ekonomi, adalet gibi kavramların en basit anlamlarını düşünür oldum.

Türkiye’nin LGBT kültüründe değişmesi gereken çok bir şey görmüyorum. Zaten LGBT’ler arasında gayet canlı ve büyüyen bir kültür var. Azınlık olan grupların dışarıya kapanmasını doğal karşılıyorum, ancak ben toplumsal değişimin heteroseksüel bireylerden gelmesi gerektiğini düşünüyor ve LGBT kültürüne olan yaklaşımın biraz daha olağanlaştırılmasını istiyorum.

Sol politikayı desteklemelerine rağmen, Kadın, Kürt, dini azınlık haklarını içselleştiren bazı bireylerin LGBT haklarından biraz uzakta durduğunu gözlemledim. Daha iyi bir ally, yani destekçi olmak icin heteroseksüel bireylerin LGBT konuları etraflarında LGBT bireyler olmadan tartışmaları gerektiğini düşünüyorum. Heteroseksüel bireylerin LGBT bireylerin güncel yaşadıkları sorunları, endişeleri bilmemeleri normal; ancak bu konularda iletişim kurmak, soru sormak, insanların nasıl hissettiğini onların dilinden dinlemek çok büyük bir fark yaratıyor. Günün sonunda biz LGBT bireyler olarak ayrı bir kültürü izole şekilde yaşamak istemiyoruz ve sadece birbirimizin dert yoldaşı olmaya calışmıyoruz. Tam tersine grupların ve fikirlerin daha geçirgen olduğu büyük bir toplumun olağan bireyleri gibi hissetmek istiyoruz.

Türkiye’de queer olarak yaşamakla İstanbul gibi büyük kozmopolit bir şehirde yaşamanın farklı deneyimler olduğunu düşünüyorum. İstanbul queer insanlar için hayalet bir Avrupa deneyimi sunuyor. Çevrenizdeki insanlar, sürekli olarak uğradığınız mekanlar ve günlük hayatınızın parçası haline getirdiğiniz alışkanlarınız sizi kendi yarattığınız bir fanusun içine alıyor. Bu fanus da aslında sınırları çok net çizilmiş bir yaşam alanı. Kısıtlı bir hürriyet alanından bahsetmek mümkün. Bu alanın dışına çıktığınızda sahip olduğunuz hak, özgürlük ve kişisel zevklerin aslında kendiniz ve çevreniz haricinde korunmadığını ve aynı zamanda size “öteki” diye hitap etmeyi alışkanlık haline getirmiş kesimler tarafından birer utanç ve nefret aracına dönüştüğünü kolayca deneyimleyebiliyorsunuz.

İstanbul’dan farklı olarak, Türkiye’nin farklı şehirlerinde bu fanusun sınırlı bir yaşam alanındansa gizli ve kapalı kapılar ardında yaşanan bir “hayata” dönüştüğünü söylemek mümkün. Yurt dışındaki hayatımla karşılaştırdığımda ne yazık ki Türkiye’de queer bir birey olarak yaşadıklarımın beni daha korumacı, dikkatli ve anda yaşamayı önceliklendiren bir karakter yapısına doğru ittiğini söyleyebilirim. Özgürlüklerin her insana eşit bir şekilde sunulduğu bir toplumdan kendi hak ve hürriyetlerinizi yoktan var ettiğiniz bir topluma adapte olmaya çalışmak çeşitli travmaları da yanında getiriyor.

Türkiye’de yaşamanın benim için uzun süreli ve kalıcı bir opsiyon olduğunu düşünmüyorum. Türkiye’deki toplumsal algı queer bireylerin queer kimliklerinin dışına çıkmalarına izin vermiyor. İleriye dönük profesyonel ve kişisel ideallerimi yurt dışında etiketlenmeden daha kolay sürdürebileceğimi düşünüyorum. Bu tercihimin en önemli nedeni Türkiye’de LGBTQ’nün bir kültürden çok bir varoluş savaşı olmasından kaynaklanıyor. Belli bir kesimin kendine yarattığı sınırlı alan ve yaşanmışlıkları kültür olarak adlandırmayı doğru bulmuyorum. Bu düşüncemin Türkiye’deki ve yurt dışındaki pride yani onur kutlamalarında yaşananlar arasındaki farklılıklara baktığınızda daha yerinde olduğunu söyleyebilirim.

Türkiye’de bir LGBTQ birey olarak doğduğunuzda kendinizi bulma süreciniz kendi yaşıtlarınızdan çok daha farklı ilerliyor. Kendimi kendime ifade etmeden önceki süreci büyük bir korku duygusuyla açıklayabilirim ancak. Gün geçtikçe hayat şartlarının kötüleştiğini, ötekileştirmenin radikal bir şekilde çoğaldığını ve queer bireylerin kendine yarattığı yaşam alanlarının sürekli siyasi ve fiziksel saldırı altında olduğunu gözlemliyorum. Bu durum ileriye dönük kararlarımı alırken kendi ülkemdeki konumumu da gözden geçirmemi sağladı. Kendi bireyselliğimi korumak adına milliyetçi duygularımdan yoksunlaştım ve doğduğum topluma ait hissettiğimi artık ne yazık ki ifade etmem mümkün değil.

Bu kültürün ve toplumsal algıların değişmesi uzun süredir devam eden bir soğuk savaş. Konusu açılmayan, açılmadıkça da varlığı yok sayılan queer kimlikler giderek körelmeye devam ediyor. Bir ally olarak işin anahtarı kesinlikle dinlemek. Kendini iyi hissetmek ve karşındakine iyi olduğunu kanıtlamak adına değil de, yanında olabilmek için dinlemek. Karşısındaki insan sesini duyuramadığı yerlerde araç ve destek olmak. Queer insanları fetişize etmeden bir birey olarak görmek bir ally’ın yapabileceği en iyi destek kesinlikle.

Yazımızda Türkiye’nin LGBTQ haklarının korunumu konusunda mevcut durumunu ve kat edilmesi gereken dağlar kadar mesafe olduğunu yansıtmaya çalıştık. Fakat bu tarz köklü değişimler toplumsal ve sistemik olduğu kadar bireysel de olmalı. Daha iyi bir ally nasıl olunur, LGBTQ bireyler ülkemizde nasıl desteklenebilir konusunda araştırılıp öğrenilmesi gereken çok şey var.

Ayrıca LGBTQ+ konusunu politik tartışmaların konusu haline getirmekten vazgeçmek ve kutuplaşmayı engellemek son derece önemli. Her bireyin eşit haklara ve saygıya sahip olması temel bir insan hakkıdır ve bu haklar politik çıkarlar veya fikir ayrılıklarıyla tartışmaya açık olmamalı. Toplumun bir araya gelmesi ve ayrımcılığa karşı ortak bir duruş sergilemesi için, LGBTQ+ konusu politika yerine insani bir perspektifle ele alınmalı ve toplumsal kabul ve destek sağlanmalıdır. Bu şekilde, kutuplaşma yerine daha kapsayıcı bir toplum inşa edebiliriz. Onur ayı kutlu olsun!

Bu bölümün dayalı oldu podcast’e bu linkten ulaşabilirsiniz.

Yazan: Ceylan Ersoy ve Elif Tunaboylu

--

--

Ceylan Ersoy

I am an alumnus of UC Berkeley with a BA in Psychology and minors in Human Rights and Theater. I specialize in the creation of news content.